Skip to main content
Sayı 22 | Şubat 2014

İyi Yaşam: Toprak, Kimlik ve Mücadele

Dünyanın birçok yerinde kadın aktivistlerin içinde yoğun bir şekilde yer aldıkları hareketlerden birisini ekolojik hareketler oluşturuyor. Patagonya’da Mapuçe halkının madencilere ve topraklarına, sularına el koyacak kalkınma projelerine karşı yürüttükleri mücadele de bunlardan biri. Akgün İlhan “İyi Yaşam: Toprak, Kimlik ve Mücadele” başlıklı yazısında Mapuçelilerin topraklarını korumak üzere verdikleri mücadelenin aktivistlerinden olan Moira Millan ile yaptığı görüşmeden edindiği izlenimleri paylaşıyor.

Patagonya’dan gelen Moira Millan, geleneksel Mapuçe kıyafetlerinin içinde başka bir dünyadan gelmiş gibi. Ama gülümseyişiyle çok tanıdık. Onunla konuşunca dünyanın öbür ucunda kayıp bir kardeşini bulmuş gibi hissediyor insan. Millan, 18 Mayıs 2013’te Dünya Nehirler Konferansı için Türkiye’ye geldiğinde dört günü birlikte geçirmiştik. Ziyaretinin son birkaç gününü Hasankeyf’te geçiren Millan, Dicle Nehri üzerinde kurulmakta olan Ilısu Barajı’na karşı Türk ve Kürt halkıyla dayanışmak ve kendi toprağındaki barajların yıkıcı etkilerini bize anlatmak için dünyanın bir ucundan kalkıp gelmişti. Tabii ki dostluğumuz bu ziyaretle sınırlı kalmadı. Geçtiğimiz günlerde Millan’ın yürüttüğü “İyi Yaşam İçin Yerli Kadınların Yürüyüşü” hazırlıkları sırasında sohbet ettik. Neden şarkı söylemek için binlerce kilometre öteden Dicle’ye geldiğini sorarak başlıyorum sohbetimize.

Mapu ve Mapuçe 

Onunsa ilk kelimesi “Mapu” oluyor. Mapu, toprak demek. Mapuçe ise toprağın insanları. “Bizim diğer toplumlardaki gibi tapınağımız yok. Aslında tapınağımız toprağın ta kendisidir. Nasıl toprağın bütünlüğünden koparılan her şey onun varlığını tehlikeye atıyorsa ondan bir şey eksildiğinde de kültürümüzden bir şey eksilir. Yani toprağa yapılan her müdahale, aslında kimliğimize yapılmış olur” diyor Millan. Gücünü doğayla olan kesintisiz iletişiminden alan bu kültürde, nehrin, rüzgârın ve toprağın sesi, halkın da sesi demek. Ancak Mapuçe halkı için bu bütünlüğü korumak hiç kolay olmamış. Patagonya’da yüzyıllardır süren bu mücadelenin son aşamasında madencilik ve onlara enerji sağlayacak “kalkınma” projeleri, bu bütünlüğü önemli ölçüde bozmuş. Millan anlatıyor: “Nehirlerin sesi kesilirse, halkların sesi de kesilmiş olur. Türkiye’yi Dicle’nin sesini dinleyip ona halkımın sesini ve gücünü vermek için ziyaret ettim. Dicle’ye söylediğim şarkıyla bunu yaptım. Dünyanın bütünlüğü içinde Amazon Nehri de, Dicle de aynı toprağın damarları. Kürt halkı da, Mapuçe halkı da aynı bütünün parçası.”

Ulus-devlet, Mapu ve Mapuçe

Günümüzde Şili ve Arjantin devletleri arasında bölünmüş olan Patagonya, İspanyol işgalinden (1541) önce 2 milyona yakın Mapuçe’nin vatanıydı. Şimdi ise 1,5 milyonu Şili’de, 200 bini Arjantin’de olmak üzere 1,7 milyon Mapuçe, Güney Amerika’nın üçüncü büyük yerli halkını oluşturuyor. 1641’de İspanya ile imzalanan Quillin Antlaşması sonucu Mapuçe topraklarının sınırları belirlenmişti. Ancak İspanya’nın yenilmesiyle (1810) bu antlaşma yürürlükten kalkacak, yeni kurulan iki ulus-devlet Şili ve Arjantin, Mapuçe topraklarını kendilerine katacak yeni antlaşmaları geçerli kılacaktı. Hıristiyanlık ve uygarlık yaftaları altında uygulanan devlet şiddeti ve toprak gaspı, Mapuçe halkının toprakla olan bağını ve kültürel bütünlüğünü büyük oranda ortadan kaldırdı. Bu sosyal-ekolojik soykırım, 19. yy.ın sonlarına doğru Arjantin ve Şili ordularının Mapuçe topraklarına tamamen el koymasıyla taçlandırıldı. Bu süreçte sayısız Mapuçe öldürüldü. Sağ kalanların büyük kısmı topraklarını kaybederek yoksullaştı. Çocuk yaştakiler beyaz zenginlerin evinde hizmetçi olmak üzere ailelerinden koparıldı. 20. yy.da da devlet şiddetinde kayda değer bir değişiklik olmadı. Nitekim Arjantin’de Mapuçe halkının da içinde bulunduğu 24 yerli halkın (yaklaşık 4 milyon) büyük çoğunluğu hâlâ yoksulluk içinde yaşıyor. Yerli halkların kültürel ve etnik varlığının kabul edilmesi ancak 1994 Arjantin Anayasası ile birlikte mümkün olabildi. Ancak yerli toprakları, kurumları ve haklarının tanınması anlamına gelen bu değişim, kâğıt üzerinde kalmaktan öte gidemedi. Nasıl mı? Çokuluslu şirketlere akıl almaz düşük fiyatlarla satılan Mapuçe topraklarında petrol çıkarma ve madencilik faaliyetleri, soya tarımı ve bu sektörleri besleyecek enerjiyi ve suyu sağlayan baraj ve HES inşaatları Patagonya’nın ormanlarını yok edip toprağı, suyu ve halkını zehirlemeye devam ediyor. Yani yüzyıllardır devletin yürüttüğü soykırım, çokuluslu şirketlerin de katılımıyla küresel bir boyut kazanıyor.

İşte o zaman Mapuçe oldum…

Millan aslında kentli bir kadın. O, yıllarca bir Mapuçe olduğunu bilmeden yaşamış. Ailesi, ondan ve kardeşlerinden Mapuçe oldukları gerçeğini saklamak zorunda kalmış. Zira kente göç etmiş yerli aileler, Arjantin devletinin ayrımcı şiddetinden korunmak için bunu sıkça yapıyor. “Ninem bizi şehirde ziyaret eder, köyündeki doğa imgeleriyle süslü bir sürü hikâye anlatırdı. Bunlardan biri de nehre söylediği şarkıyla ilgiliydi. Ama ben köye gidip nehre kendi ağzımla şarkı söyleyinceye kadar onun ne dediğini gerçekten hiç anlayamamıştım” diyor. O, ancak köye gittiğinde ailesinin Mapuçe olduğunu fark etmiş. Ninesinin anlatıp durduğu nehre şarkı söyleme ritüelini ise şöyle anlatıyor: “Önce nehri biraz dinledim. Suyun akışını ve çakıl taşlarına çarpışını duydum. Hafif ama sürekli ve dirençli bir sesti bu. Sonra başladım ben de nehre şarkı söylemeye. İşte o zaman sadece ailemin Mapuçe olduğunu anlamakla kalmadım, ben de bir Mapuçe oldum.”

Sene 1999’da hayatını değiştirecek bir karar alarak, Pillán Mahuiza isimli Mapuçe topluluğuyla birlikte dağlarda yaşamaya başlar Millan. Patagonya’nın kadim halkıyla birlikte toprak ve sularını zehirleyen altın madeni faaliyetlerine karşı mücadele eder. Buna bir de Corcovado Nehri’ne yapılacak altı baraj projesi eklenince, mücadele iyice büyür. 2005’te ilan edilen projeler halkın direnişi sonucu iptal edilir. Bunu nasıl başardıklarını sorduğumda şöyle cevaplıyor: “Biz toprağa şarkı söyler, onu dinleriz çünkü toprağın insanlarıyız. 12 bin yıldır tüm baskılara rağmen aynı topraklarda, Patagonya’da yaşamayı başardığımıza göre demek ki kendimizi savunmayı iyi biliyoruz. Dünyanın en iyi avukatlarını tutabilirsiniz ama özgücünüz yoksa böyle bir mücadele asla başarılı olamazsınız.”

Millan devam ediyor: “Devletin kalkınma politikaları bizi kendi toprağımızda mülteci yaptı. Ormanlarımız yok edildi, topraklarımız ya barajlarla sular altında bırakıldı ya da çitlerle çevrilip elimizden alındı, delik deşik edildi. Üstelik bu yıkımla mücadele edenler devletin sadece dolaylı değil, doğrudan şiddetine de maruz kaldı.”

Terörist ilan edildim

Arjantin hükümetinin kendisini ‘kalkınma karşıtı terörist’ ilan ettiğini belirtiyor. “Hakkında en çok dava açılan Mapuçe benim sanırım. Ancak Arjantin devleti ne kadar farklı göstermeye çalışırsa çalışsın, bizimki şiddetten beslenen silahlı bir mücadele değil. Şiddetin kaynağı onlar. Biz sadece daha iyi bir yaşamı birlikte kurmaya çalışıyoruz. Bizim mücadelemizde şiddet değil, şiddet karşıtlığı var. Bunun içinde sadece Mapuçelere değil, iyi bir yaşam kurmak için elini taşın altına koyan genç, yaşlı, kadın, erkek, dünyanın her yerinden herkese yer var.”

Millan kendisini terörist ilan eden hükümetin, halkına ve kendine uyguladığı terörü anlatıyor: “Bölgemizde madencilikle birlikte baraj projeleri gündeme gelmişti. Barajlardan biri benim evimin de bulunduğu 60 bin dönüme yakın büyüklükteki bir araziyi sular altında bırakacaktı. Mapuçe halkı olarak örgütlü mücadeleyle projeleri püskürtüp toprağımızı korumayı başardık. Ancak hükümetin adamları 2009’da aramızdan bir köylüyü kaçırdı ve otuzdan fazla aileye işkence yaptı.” Yaşananları ulusal mahkemeye ve uluslararası arenaya taşıdıklarını anlatan Millan’ın evine tüm bu olanlar yüzünden hükümetin tuttuğu bir kiralik katil bile gönderilmiş. “Mücadeleden vazgeçmem için bir gece evime tanımadığım silahlı bir adam gönderdiler. Adam elindeki silahı göğsüme dayadı,” diye başlıyor dehşet gecesini anlatmaya. Ölümle yüz yüze geldiğindeki sakinliğine kendisi de şaşarak devam ediyor: “Ona ‘iyi düşün, beni vurursan ben ölüme gideceğim, sen hapse gideceksin. Bundan kim kazançlı çıkacak?’ diye sordum. Adam bir an duraksadı ve ardınan bana ‘burayı terk etmek için tam beş dakikan var’ dedi.” Ve Millan beş dakikanın içinde çocuklarını alıp ne toprağına ne de dostlarına veda edemeden terk ediyor yaşadığı yeri. “2010’u siyasi mülteci olarak Buenos Aires’te geçirdik. Üstelik hem benim hem de çocuklarımın hayatı sürekli tehdit altındaydı. Ancak yıkılmadık ve toprağımıza dönebildik. O korkunç süreçte, terk etmek zorunda bırakıldığımız toprağımızın ruhları bizi korudu ve yaşama tutunmamızı saşladı” diyor gözleri buğulanarak.

Nehre söylediğimiz şarkıyı bile yasakladılar

“Döndük ama devletin demir pençesi tepemizden hiç eksik olmadı. Kutsal törenlerimize bile karıştılar. Barajlar olmasın ki su aksın ve nehrin sesi kesilmesin diye nehre hep birlikte şarkı söylemek istedik. İzin vermediler. İşte o zaman yetkililere şu soruları sormuştuk: Devletin sinagog, cami ya da kilise yıkma yetkisi var mıdır? Hayır! Bunu yapan bir devlet insanlık mirasına karşı bir suç işlemiş sayılmaz mı? Evet! Mapuçelerin de kutsal mekânı topraktır. Toprağa tecavüz eden, onu defalarca öldüren madencilik ve baraj kurma gibi faaliyetleri teşvik eden devletin, bizim kutsalımız olan toprağa ve nehirlere söylediğimiz şarkıları yasaklamaya çalışması terörün ta kendisi değil de, nedir?”

Mapuçe kültüründe sadece kadınların söylediği kutsal şarkılar doğa ile kurulan benzersiz bir dili oluşturuyor. Zira bu şarkıların herhangi bir insan dilinde yazılmış sözleri yok. Toprağın uğultusunu andıran, nehrin çıkardığı sese benzeyen ve rüzgârın esintisinden ilham alan özgür kadın sesleri bunlar. Toprağa duyulan aşkı anlatan şarkılar bunlar. Tıpkı Âşık Veysel’in “benim sadık yarim kara topraktır” demesi gibi ama sözsüz, sazsız ve araçsız. Peki bir Mapuçe neden nehre şarkı söyler? Millan anlatıyor: “Başka bir ülkeye gittiğinizde, o yerin dilini bilmiyorsanız kendinizi yalnız ve kayıp hissederseniz, değil mi? Biz kendi toprağımızda olduğumuz sürece bu yalnızlık hissini bilmeyiz. Çünkü ait olduğumuz toprakla şarkılar aracılığıyla iletişim kurarız. Ama son yıllarda Patagonya’da gerçekleştirilen kalkınma projeleri bu iletişimi kopardı. Çünkü bu projeler toprağı delik deşik etmekle kalmadı, Mapuçe halklarının göç etmesine de neden olup toprakla bağımızı kopardı. Hem toprağın hem bizim sesimizi kesti. Biz toprağımıza dönüp nehirlerimize ve ağaçlara yine şarkı söyleyebilmek ve toprakla tekrar iletişim kurmak istiyoruz. Mapuçe kadınları yaşamın şarkılarını söylemeye devam etmek istiyor.”

İyi bir yaşam için yürüyoruz

Söz kadınlardan açılmışken Millan’dan “İyi Yaşam İçin Yerli Kadınlar Yürüyüşü”nü anlatmasını istiyorum. “İyi yaşam” kavramı, kalkınmanın toplum ve doğa üzerindeki olumsuz etkilerini sorgulayan ve iyi bir yaşamın ancak toplumun doğayla uyumlu bir ilişki kurarak mümkün olabileceğini savunan bir akım. Güney Amerika’daki yerli hakların geliştirdiği bu anlayış, doğanın ve doğayla uyumlu yaşayan halkların haklarından bahsediyor. Moira anlatıyor: “Arjantin’in yerli kadınları olarak bizler tarih boyunca küçük düşürüldük ve sömürü piramidinin en altında yer aldık. Hem onurumuzla oynandı, hem de görünmez hâle getirildik. Toprağı oyup içini dışına çıkaran maden projeleri, suyunu kesen barajlar ve HES’leri kuran devlet ve şirketler, kadın bedenine de aynı tecavüzü ve şiddeti uyguluyor. Toprağa yapılanın acısını en iyi kadınlar anlar. Kadının bedeni toprak, kalkınma yalanı ise ona uygulanan bir şiddettir. Biz kadınlar toprağın ve onda yetişen tüm tohumların koruyucusuyuz. Biz yaşamın savunucusuyuz. Mega projelerle toprağımızı işgal ve gasp eden şirketlere ve devletlere karşı, 36 yerli kültüründen damıttığımız önerileri içeren “Yerli Kadınların Kanunu”nun Anayasa’da yer alması için mücadele ediyoruz. Başkent Buenos Aires’e doğru yürüyüp iyi yaşam taleplerimizi ve önerilerimizi devlete ileteceğiz.”

Ushuaia’dan La Quiaca’ya kadar farklı etaplarda yürünerek gerçekleştirilecek bu dev eylemin ilk etabında Millan ve arkadaşları ülkenin yerli köylerini birer birer ziyaret ederek halkın taleplerini dinliyor ve not alıyor. Millan’ın bu ziyaretler sırasında tanıştığı yaşlı bir yerli kadın “bunca yıllık ömrümde benden hep oy istemeye geldiler. İlk kez biri bana ne istediğimi soruyor” diyerek Millan’a teşekkür etmiş. Millan “evet, gerçekten de Arjantin tarihinde ilk kez yerli kadınlar ne istediklerini söyleyecek” derken gülüyor. Yerli kadınların iyi yaşam taleplerini ve önerilerini içeren ve Arjantin halkının %3’ünün imzaladığı bir hukuksal metin oluşturulduktan sonra yüz binlerin katıldığı yürüyüş sonunda Buenos Aires’e varılacak. Parlamento’ya sunulacak metnin kanunlaşması böylece mümkün olacak.

Millan devam ediyor: “Yürüyüşün tek amacı bizi yüzyıllar boyunca ezmiş, topraksızlaştırıp kimliksizleştirmiş devletlerle, barajlar ve maden ocaklarına karşı koyarak mücadele etmek değil. Doğa, toplumu; kadın, erkeği; ışık, karanlığı tamamlar. Devletlerin bize tektip bir uygarlık olarak dayattığı ise tüm bunları birbirine karşıtlık olarak görüyor. Yani aslında hepimiz bir uygarlık krizinin içindeyiz. Bu uygarlık anlayışı, doğanın ve doğayla uyum içinde yaşamak isteyen halkların karşısında, ekolojik soykırımcı bir kalkınma modelini tüm insanlık için tek seçenekmiş gibi sunuyor. Artık gerçek anlamda iyi bir yaşamın nasıl olduğunu sorgulamak ve onu kurmak için gereken köklü değişiklikleri yapma zamanı geldi. Kendimizi ve çocuklarımızı iyi yaşam konusunda bilgilendirmeliyiz. Burada da esas görev toplumu üretenler olarak biz kadınlara düşüyor.”

Yürüyüş için tüm dünyadan desteğe ihtiyaç var

Yürüyüş 19 Nisan’da (Güney Amerika’daki yerli direnişin başlangıcı) gerçekleştirilecek olmasına rağmen, mali sıkıntılar sebebiyle Ekim 2014 tarihine ertelendi. Millan ve birkaç arkadaşı bazen otostop çekerek, bazen de kendi ceplerinden ödeyerek otobüs veya trenle bir köyden öbürüne yüzlerce kilometre katediyor. Bu yolculuğu fotoğraflarla belgeleyip sosyal medya kanallarından paylaşarak maddi ve manevi destek arıyorlar. Parasızlık, zamansızlığı ve umutsuzluğu getirse de yolculuklarına ara vermeden devam ediyorlar. Çektikleri sıkıntıları dinlerken yüzüm asılıyor ama o, “umutsuzluğa ne vaktimiz, ne de niyetimiz var” diye atılıp o bildik Gezi sloganını sözlerine eklerken göz kırpıyor: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”

Konuşurken kâh yılmaz bir savaşçı kâh utangaç bir kız çocuğu olan Millan’in gözleri de sözleri gibi. Ezici ve baskılayıcı değil, insanı kucaklayan ve özgürleştiren bir güçle parlıyor. Millan sözlerini şöyle bitiriyor: “Türkiyeli kadınların da desteğine ihtiyacımız var. Çünkü toprak bir bütün. Tıpkı kadın ve mücadele gibi. Türkiyeli kadınları da bizi de aynı düşman eziyor ve yok ediyor. Aynı düşmana karşı ayağa kalkıp yürüyeceğiz. İyi yaşamı birlikte kuracağız.”

Leave a Reply