Skip to main content

Türkiye artık yeni bir döneme girdi. Tüm ülke üzerinde kendini hissettiren uygulamalar, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, tek bir inanç biçiminin yaşam tarzı olarak dayatılması ve Ortadoğu ve Türkiye’deki savaşın yarattığı şiddet ortamı kadınların hayatını da yeniden şekillendiriyor. Yirminci yüzyılın başından beri kadınların cesur mücadelesi, eril tahakkümü gerileterek kadınlara pek çok kazanım getirmişti. Bugün dünyanın dengeleri ve eril tahakkümün biçimleri giderek değişiyor, şiddeti her geçen gün artıyor. Kadın hareketinin kazanımları tehdit ediliyor. Ülkemizde de bu gelişmeleri uzun zamandır görebiliyoruz. Kadın-erkek eşitliğine inanmadığını dile getiren siyasetçiler, kadınların nasıl doğurup doğurmayacağını söyleyenler, kadınları aile içinde annelik rolünde görenler, vatanın annesi olarak tanımlayan politikalar son hızla devam ediyor. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen şehirlerde çıplak kadın cesetleri basına servis ediliyor. Kadın cinayetleri her geçen gün daha da vahşi bir hâl alıyor. Kadınlar en yakınındaki erkekler tarafından onların koyduğu kurallara uymadıkları için öldürülüyor. İstanbul’un seçkin bir caddesinden Kayseri’nin bir lisesine kadar korkunç bir baskı, hayatlarımızı şekillendiriyor. Siyasetçilerse bu şiddet ikliminin önüne geçmek yerine şiddeti ve korkuyu daha da yaygınlaştıran politikaların altına imza atıyorlar. Kadına yönelik şiddet uygulayan erkeklere ceza indirimi veren ya da onları serbest bırakan yargı mensuplarına yönelik yaptırımlar uygulanmıyor. Kadın haklarını en fazla savunması beklenen bakan, kadına yönelik şiddetin algıda seçicilik olduğunu, asıl olarak toplumsal şiddetin var olduğunu söylüyor.

Evet, toplumda şiddet giderek artıyor. Diyarbakır (Haziran 2015), Suruç (Temmuz 2015), Ankara (Ekim 2015), Sultanahmet (Ocak 2016), Ankara (Şubat 2016) bombaları sokak ortasında birer birer patladı ve yüzlerce insanın yaşamını elinden aldı, bir o kadar insanın yaralanmasına neden oldu ve binlerce insanı bu travmayla baş başa bıraktı. Her bir bombalama olayının dosyasında büyük harflerle “Gizlidir” yazmakta. Ekranlarda ve gazete manşetlerinde ise “Yayın yasağı!”

Evet, toplumda şiddet giderek artıyor. Cizre, Şırnak, Silopi ve Sur’da hayatlar ve kentler göz göre göre yok ediliyor. Oysa geçtiğimiz yıl bu zamanlarda Dolmabahçe’de savaşın nasıl sona ereceğini, Kürt meselesinin nasıl çözülebileceğini tartışan siyasetçileri, silahlı mücadelenin bittiğini söyleyen PKK gerillalarının Türkiye sınırlarından çekilmesini öneren söylemleri dinliyorduk. Şimdiyse hayatları ve şehirleri yok eden bir savaşın ortasında gerillalar çekilseydi bu katliamlar olmaz mıydı sorusunu soruyoruz. Yok edilen mahallelerin duvarlarında yazanlar ise bize milli birlik ve kardeşliğin ne anlama geldiğini söylüyor: “Türksen övün, değilsen itaat et!”

Evet, toplumda şiddet giderek artıyor. Sadece şehirlerin ortasında patlayan bombalarla ve yok edilen şehirlerde değil. Egemen siyasetin istediği şekilde konuşmayanların cezaevlerine atılmasıyla, işlerinden kovulmasıyla şiddet devam ediyor. Gazetecilik meslek etiğinin gereğini yaptığı, siyasetçilerin MİT tırlarıyla ilgili olarak yalanlamadığı bilgileri kamuoyuyla paylaştığı için Cumhuriyet gazetesinden Can Dündar ve Erdem Gül’ün cezaevine atılmaları gibi, sokağa çıkma yasağı ilan edilen şehirlerde yaşananlar için “Bu suça ortak olmayacağız” diyen akademisyenler de bir bir işlerinden atılıyor. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen şehirlerde yaşanan hak ihlalleriyle ilgili başvuruları reddeden Anayasa Mahkemesi, Can Dündar ve Erdem Gül’ün serbest kalmalarına neden olan kararı verdikten sonra egemen siyasetçiler AYM kararını tanımadıklarını açıklıyor. Hukukun temel hak ve özgürlüklerden yana işlemediği bir toplumda şiddet her yönüyle artıyor. Tecavüzcüleri serbest bırakan hukukun, ifade özgürlüğünü kullananlara ağır cezalar, müebbet hapisler vermesi ya da siyasetçilerin onları bu cezalarla tehdit etmesiyle toplum da şiddete alıştırılıyor.

Yirminci yüzyılın başından beri kadınlar temel hak ve özgürlüklerini elde etmek için mücadelelerine devam ediyor. “Kadınlar artık ya öldürülecek ya da oy kullanacak,” demişti Emmeline Pankhurst. Yüzyılın başında, kadınların başarılı olamayacağını düşünenlerin karşısına cesaretle geçerek… Dergimizin 28. sayısında, kadınlara itaat etmenin öğütlendiği bu yeni Türkiye’de, “Kadınlar ya öldürülecek ya da hayatlarına sahip çıkacak” diyerek sizlere “Merhaba!” diyoruz.

Dergimizin “‘Biz Gezici Değil Yerleşik Halkız!’: Cerattepe’de Yaşam Alanı Mücadelesi’’ başlıklı ilk yazısı Özlem Aslan’a ait. Siyasi dinamiklerin hızlı bir şekilde değiştiği bu tarihsel dönemde, Türkiyeli kadınlar farklı alanlardaki aktivist pozisyonlarıyla ön plana çıkıyorlar. Artvin Cerattepe’de faaliyete geçirilmesi planlanan maden ocağına karşı yürütülen mücadelede kadınlar aktif bir şekilde yer alıyorlar. Özlem Aslan, bu veriden hareketle, ekolojik mücadelelerin kadınları nasıl kapsayabildiği sorusuna yanıt arıyor. Bu bağlamda kadınlar ve doğa arasında özel bir bağ olduğu varsayımını da eleştirel bir biçimde ele alıyor.

Ekolojik hareketlerden ırkçılık karşıtı hareketlere kadar, feministler farklı alanlarda, farklı söylemleri ön plana çıkaracak çalışmalar yürütüyor. Linda Gordon, ‘‘Sömürge Karşıtı Mücadeleler Bağlamında Feminizm’’ başlıklı yazısında bu farklılıklara dikkat çekiyor ve feminizmin tek bir tanımının olamayacağını, feminist politikanın tarihsel ve bağlamsal olarak farklılaştığını ve farklılaşması gerektiğini vurguluyor. Feminizmin cinsiyetçiliğe karşı verdiği mücadelenin, ırkçılığa, sınıfçılığa, sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı mücadelelerle çeşitli dönemlerde ortaklaştığını hatırlatıyor. Linda Gordon yazısında, Filistin’deki mücadelenin tarihine de odaklanarak kadınların intifadaya farklı dönemlerdeki katılım oranlarını ve biçimlerini karşılaştırmalı bir şekilde ele alıyor.

Alev Özkazanç ile yaptığımız, ‘‘Türkiye’deki Son Süreç ve Cinsiyet Politikaları Üzerine’’ adlı söyleşide Barış Süreci’nin ardından yeniden ve çok daha sert bir biçimde gündemimizi belirleyen savaş koşullarına ve bu koşullarda belirlenen cinsiyet politikalarına odaklandık. Savaş politikalarıyla beraber artık kurumsal düzeyde tamamen hâkim olan Türk-İslam faşizminin Türkiye’deki cinsiyet politikalarında ne tür değişiklikler yarattığını tartıştık.

Kadın cinayetleri, kadınlara yönelik şiddet biçiminin vardığı en uç nokta. Sınırlı da olsa yapılan istatistikler Türkiye’de kadın cinayetlerinin son yıllarda ciddi bir biçimde arttığını gösteriyor. Kadın cinayetleri dünyanın hemen her ülkesinde gerçekleşiyor. Kadın cinayetlerinin yüksek oranda olduğu ülkelerden biri de Meksika. Elva Orozco Mendoza, ‘‘Protesto Nesneleri: Ciudad Juárez’de Kadın Cinayetleri ve Şeylerin Failliği Üzerine’’ başlıklı makalesinde Meksika’daki kadın cinayetleri ve kadınların kaybedilmesi bağlamında kadınların şiddet karşıtı mücadelesinde gündelik eşyaların nasıl birer protesto aracına dönüştüğünü, sıradan ‘şeylerin’ nasıl merkezi bir yer edindiğini anlatıyor.

Kadınlara dönük şiddet arttığında ve devlet kadınları bu şiddete karşı korumadığında, hatta devletin kendisi kadınlar için bir tehdit unsuru olarak ortaya çıktığında, kadınlar kendi savunma stratejilerini oluşturmak durumunda kalıyorlar. ‘‘Cezaevlerinin Kaldırılması Hareketiyle Eylemin Buluştuğu Noktada’’ başlıklı makalesinde Vikki Law, Amerika’da kadınların hangi çerçeveden hareketle ne tür özsavunma yöntemleri geliştirdiklerini ele alıyor. Makale, özsavunma yöntemleri geliştiren kadınların, cezaevlerinin kaldırılması için mücadele yürüten hareketlerle de işbirliği içinde çalıştıklarına ve bu bağlamda genel anlamda cezalandırma sistemine karşı da mücadele verdiklerine dikkat çekiyor.

Şiddete karşı alternatif mücadele yöntemlerine ihtiyaç olmakla birlikte, hukuki alandaki mücadelenin önemini yadsımak mümkün değil. Bu bağlamda Gökçeçiçek Ayata ile yaptığımız söyleşide kadına yönelik şiddetin Türkiye’de hukuki alanda nasıl ele alındığını, halihazırdaki yasaların şiddeti önlemek konusunda etkili olup olmadığını ve şiddeti sona erdirebilmek için toplumsal alanda ne tür mücadeleler verilebileceğini konuştuk.

Bu sayımızın kapak fotoğrafı için Elva Orozco Mendoza’ya teşekkürlerimizi sunarız.

Hepimizin 8 Mart’ı kutlu olsun! İyi okumalar dileriz.

Leave a Reply