Aile baskıcı bir mekanizma mıdır? Özgürleştirici bir aile tanımı mümkün müdür? Kurulan alternatif yakınlıkların aileye benzetilmesi aileye dair hangi deneyimlerin altını çizer, hangilerini siler? Aslı Zengin makalede bu soruların yanıtını trans kadınların hikâyeleri üzerinden tartışıyor, aile kavramının trans kadınlar bağlamındaki anlamlarına ve işlevlerine odaklanıyor. Üyeleri arasında sevgi, şefkat, ilgi, bakım, denetim ve baskı gibi birbirinden farklı ilişkileri içinde barındıran bir kurum olarak ailenin trans kadınlar arasındaki tezahürlerini ölüm ve yaşam bağlamında sorguluyor. Makale boyunca trans kadınların hayat hikâyelerinde ailenin hangi aşamalarda ortaya çıktığının izini sürerek ailenin imkânlarına ve sınırlarına dikkat çekiyor.
Gündelik yaşamda kendi pratiklerimize uzak kavramlara bakışımız, örtük olarak bize dayatılanlardan ne kadar bağımsızdır? Taleplerimizi toplum hayatında herkesin yer bulabilmesi için, "her şeye rağmen" istemekte miyiz yoksa düşünce dünyamızı geleneksel düşünce kalıpları içinde şekillendirip önyargıları ve yadsımayı yeniden ürettiğimizin farkına dahi varmadan sorgulanmamış aktivizmimizle, ne idüğü belirsiz bir özgürlüğü herkes için istediğimizi mi iddia ediyoruz?
Elinizdeki yazı, toplumun çoğunluğunca inkar edilen, kabul edenlerince makbulleştirilmeye çalışılan LGBTI bireyleri anlamak adına yazılmış, öznel bir sorgulama, sesli bir düşünce jimlastiğinin metinleştirilmiş halidir.
Gündelik hayatımızda LGBTI bireylere dair tanıklıklarımız son derece kısıtlı ve gerçekliğinden oldukça koparılmış halde. LGBTI bireylerle toplumsal alanda hiç temas etmemiş biri için LGBTI olmak ya köklü bir nefret ve homofobi duyacak şekilde kodlanıyor ya da LGBTI olmak tüm zorluğundan koparılarak karikatürize ediliyor.
Bu sebeple bu yazı kendi tanıklığımdan yola çıkarak; yadsıdığımız, kabul etme cesaretini gösterdiğimizde ise oldukça samimiyetsiz davrandığımız LGBTI bireyleri anlamak adına, hataları ve iyi yanları ile ve halen sorgulamaya devam ederek geliştirilmeye çalışılan bir empatiyi iddiasız ve içten bir dille dile getirmiştir.
Bu yazı, yetiştirme yurdu deneyimi olan genç kadınların hayat hikâyeleri ve bu hayat hikâyelerinin anlatılma biçimleri üzerinedir. Yazı, birkaç ana mesele etrafında örülmüştür. Öncelikle, yetiştirme yurdu deneyimi özelinde, hikâye anlatma stratejilerine ve hayatının hikâyesini anlatıyor olmanın barındırdığı olanaklara odaklanmaktadır. Sonra, yetiştirme yurdunun resmi hikâyeleme biçimindeki sorunları göstererek, bu tür bir hikâyeleme biçiminin neden terk edilmesi gerektiğini tartışmaktadır. Yazı, ilerleyen kısımlarında esas olarak üç genç kadının hikâyelerinden yola çıkarak ve başka hayat hikâyelerine de uğrayarak, yetiştirme yurdu deneyimi olan genç kadınların başvurdukları anlatma stratejilerini, hikâyeleme biçimlerini ve devreye soktukları stratejilerin neleri ortaya serip nelerin üstünü örttüğünü ele almaktadır. Bu çalışma, bir yandan yetiştirme yurdu deneyimi olan genç kadınların hikâyelerini görünür kılmaya amaçlarken, öte yandan da, feminist metodolojiyi benimseyerek ve devreye sokarak bu hikâyeleri dinlemenin, bir araştırmacıya ne tür zorluklar, ikilemler, tereddütler getirdiğini tartışmaya çalışmaktadır. Çalışmanın kaynağını ise, yetiştirme yurdu deneyimi olan bir grup genç kadınla, 2009’dan 2013’e uzanan süreçte, aralıklarla yapılan derinlemesine mülakatlar ve mülakatlar sırasında geliştirilen diyaloglar ve kurulan arkadaşlıklar oluşturmaktadır.
Bu yazıda, kamu spotlarının eğitici misyonu ve taşıdığı propaganda gücü bağlamında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın son dönemdeki kamu spotlarının incelemesi ve özellikle 2011’de Bakanlığın adının değişmesininin ardından farklılaşan politikalarla birlikte kamu spotlarında ön plana çıkan temaların tartışılması hedeflenmiştir. Kamu spotlarında temsil edilen aile yapısı, aile bireyleri ve ortak değerlerinin incelenmesi çalışmanın vurgu noktası olarak belirlendi. Yazıda, içerik analizi yapılan spotlardaki temsiller ve ortaklıklar üzerinden verilmek istenilen mesajlar ve görmezden gelinen noktalar tartışmaya açıldı.
Bu yazı, Türkiye’de boşanmış kadınlarla yapılan bir araştırmanın bulgularından hareketle, kadınların boşanma sonrası karşı karşıya kaldığı sorunları ele alıyor. Türkiye’deki refah rejiminin kamu, aile ve piyasadan oluşan üç bileşeninin boşanmış kadınlara karşı ayrımcı ve eşitsiz tutumu nasıl yeniden ürettiğini tartışıyor. Yazıda, mevcut refah rejiminin boşanmış kadınlara insanca bir yaşam sürmeleri için destek olmak bir yana, kadınlar arasında kategorik farklar yaratarak geçim sıkıntılarını derinleştirebildiği vurgulanıyor.
Mübarek rejiminin devrilmesinden bu yana Mısır, Müslümanlar ile Kıptiler arasındaki dinler arası mezhep çatışmalarını deneyimlemeye devam ediyor. İki toplum arasındaki şiddetin tırmanmasına katkı sunan faktörler devrim sonrası Mısır’ında da etkinliğini sürdürüyor. Mezhep çatışmasının önemli mevzilerinden biri, iki toplumda da hiddet ve kızgınlığı ateşleyen dinler arası evlilik ve din değiştirme konusu. Her ne kadar bu çatışmaların merkezinde cinsellik ve toplumsal cinsiyet bulunsa da din temelli aile hukuku da bu konuda tehlikeli bir rol üstleniyor. Bu makalede, hem Mısır aile hukukunun ortaya çıkışının hem de din ve cinselliğin modern dönemde eşzamanlı olarak özel alana hapsedilmesinin tarihini inceleyerek aile hukuku, toplumsal cinsiyet ve mezhep çatışması arasındaki bağı yeniden tartışıyorum.
Cynthia Peters bu makalede “akrabalık alanı”nın daha iyi bir dünyada nasıl bir işlev görebileceği üzerine fikirler sunuyor. Nasıl akrabalık yapacağımızı tanımlayan pratikler dizisi tercih ve niyetle ilgilidir; biyolojinin değişmez kuralları değildir. Dolayısıya kolektif bir süreç ve katılımcılık esası doğrultusunda akrabalığı yeniden tanımlayabiliriz. Makalede, ailenin rolü, ebeveyn ve çocuk ilişkisi, insanların cinsellik ve cinselliklerini ifade etme ihtiyaçları ve çocukların, yardıma muhtaçların ve yaşlıların bakımı gibi özel ve kamusal ilişkilerimizi belirleyen pek çok konuda katılımcılığı teşvik edecek yeniden yapılandırmalar konusunda öneriler tartışmaya açılıyor.